Wilhelm von Humboldt

Wilhelm von Humboldt

Wilhelm von Humboldt
Tam adı Friedrich Wilhelm Christian Carl Ferdinand von Humboldt
Doğumu 22 Haziran 1767
Potsdam
Ölümü 8 Nisan 1835
Tegel
Çağı 19. yüzyıl felsefesi

Friedrich Wilhelm Christian Carl Ferdinand von Humboldt, kısaca Wilhelm von Humboldt, (d. 22 Haziran 1767, Potsdam – ö. 8 Nisan 1835, Tegel), Alman filozof, dilbilimci ve devlet adamı. Berlin Üniversitesi'nin kurucularındandır (bugünkü Humboldt-Universität zu Berlin).

Humboldt, Alman kültür tarihinde uzun süre etkili olan bir kişiliğe sahiptir.Kardeşi Alexander ile düşündüğünde, kendi çağında bilim arzusuyla yanan, yeni ufuklar açan, küresel bir bilgi birikimine sahip başka uyumlu çift zor bulunur. Alexander bunun yanı sıra doğal bilimler için yeni ufuklar açarken, eğitim sorunları, devlet teorileri, dilin analitik incelenmesi gibi kültür bilimsel bağlamlarla aktif bir rol edinerek kardeşi Wilhelm’e yardımcı olmuştur.

Yaşamı

Ailesi ve gençlik dönemi

Humboldt ve kardeşi, babasının sayesinde burjuvazi bir hayat sürmüşlerdir. Büyük babası, Prusya Askeriyesi’nde subay olarak görev yapmıştır. Savaş dönemlerindeki başarılarından dolayı kendi isteğiyle, statüsü zadegân sınıfına yükseltilmiştir. Büyük Kamer Beyi Friedrich’in emriyle ordudan ayrıldığı dönemde oğlu Alexander Georg (1720 – 1779) dünyaya gelmiştir. 1776 yılların başında Alexander Georg, hügno soyundan dul ve güçlü bir kadın olan Elisabeth von Holwede ile evlenmiştir. Evlendiği kadının mal varlığı ile Alexander Georg Schloss Tegel’e değer bir kişi statüsü kazanmıştır. Bu evlilikten iki çocukları olmuştur. Çocukları Wilhelm ve Alexander, eğitim çağına geldiklerinde yazları Tegel’de, kışları ise Berlin’deki malikânelerinde eğitim görmüşlerdir.

Ailesi, bu iki kardeşe evlerinde bir öğretmen edasıyla dersler vermişlerdir. Çocuklarını Christian Kunth’un geliştirdiği büyütme teknikleriyle ve farklı alanlarda verdiği alan dersleri çerçevesinde büyütmüştür. Üniversiteye hazırlık döneminde iki kardeş Ulusal Ekonomi, İstatistik ve Felsefe gibi özel dersler almıştır. Onlara hocalık yapan Kunth, abisinin ölümünden sonra Bayan Humboldt için akıl hocalığı rütbesini elde etmiştir ve onların koruması altına girmiştir. Wilhelm von Humboldt daha sonraları Prusya Reformları döneminde Kunth’u ortak çalışmalarında hep desteklemiştir. Yine Wilhelm, Kunth öldükten sonra isteği üzerine onun cenazesini Tegel’deki Humboldt Aile Mezarlığı’na defnetmiştir.

13 yaşından sonra Wilhelm akıcı bir şekilde Yunanca, Latince ve Fransızca konuşmaya başlamıştır ve dönem edebiyatının önemli yazarları arasında yer almıştır. Onun muazzam çalışmaları, ilmini takip edenlerde büyük bir merak uyandırmıştır. Kunth’un çizgisinde iki kardeş, evlerinde belli aralıklarla tıp, psikoloji ve fizik dersleri almıştır. O dönemde erdemli kişilerden oluşan “Bund der Freunde Derneği’ne üyeliğine dair gizli bir yazı aldığında Wilhelm, örgüte üye olan yabancılarla ilgilenen Caroline von Dacheröden ile bir süre iletişimde bulunmuştur.

Anneleri bu iki kardeşin her zaman farklı alanlarda eğitim almasını istemiştir. Bunun sebebi onların bir devlet bünyesinde kolayca memurluk elde edebilecek özelliğe sahip olmalarını amaçlamasıdır. Wilhelm Hukuk Bilimleri üzerine, Alexander ise Devlet Ekonomisi üzerine eğitim almıştır. Daha sonra bu iki kardeş Kunth’un izinde Frankfurt Üniversitesi’nde eğitime başlamıştır; ancak Wilhelm 1788 yılında Göttingen’de eğitime devam etmek istediği için buradaki eğitimine ilk dönemde son vermiştir.

Weimar Klasik dönemi ile ilişkisi

Göttingen’e yerleştikten sonra Humboldt kendi ilgi alanlarını belirlemiştir. Sonra dürtülerini, ilgi alanlarını ve anlayışlarını takip etmiştir. Eğitim alırken Hukuk yerine daha çok Felsefe, Tarih ve eski dillere yönelik çalışmalar yapmıştır. Bunun yanı sıra bu konuda uzman olan Lichtenberg ve Heyne’nin çalışmalarını takip etmiştir. Aynı yıl içerisinde, 1788 yılında, karısı Caroline von Dacheröden ile tanışmıştır. Bu çiftten kalan mektuplarda, Wilhelm ve Caroline 19 ve 20. yüzyıllarda geçerli olan Alman burjuvazisi içindeki cinsiyet davranışlardan örnekler vermişlerdir.

1788 yılının sonlarına doğru Humboldt Göttingen’deki eğitim gördüğü yerden çıkarak Rhein / Main bölgesine doğru bir gezi yapmıştır. Burada meşhur bilim adamlarından Georg Foster ve Goethe’nin gençlik arkadaşı Friedrich Heinrich ile tanışmıştır. 1789 yazında eski hocasıyla Paris Devrimi’ne yol açan gezisini yapmıştır. Devrim çalışmalarının yanı sıra Humboldt, öksüz çocuklarla ilgilenmiştir ve terk edilmiş çocuklar için bir yurt açmıştır. Yeni yıla girerken nişanlısıyla seyahat ettiği Weimar’da ilk defa Friedrich Schiller ve Johann Wolfgang von Goethe ile tanışmıştır.

1790 yılının başında 4 dönemlik okulu bitirdikten sonra devlet hizmetine girmiş, burada yargıç olarak adalet dairesinde çalışmıştır. Bu görevle beraber devlet adına diplomatik görevlerde bulunmuştur. 1791 yılının Mayıs ayında yargıçlık makamının ona aykırı olduğunu, yeni vazifelere katılacağını ve aile durumlarını öne sürerek görevinden ayrılmıştır. 29 Haziran 1791 yılında Erfurt’ta evlendikten sonra eşiyle birlikte Eski Yunan Dilleri, Kültürü, Sanatı, Felsefesi üzerine çalışmalar yürüttükleri ve eski filozof Friedrich August’un düşünceleri ile zamanla derinleştikleri Tühringen’deki evlerine yerleşip, orada birkaç yıl yaşamışlardır. Antik dönemle ilgili uğraşları, Humboldt’a tüm insanlığın felsefi olarak tanımlanması yönünde çok yarar sağlamıştır. Çalışmaları sonucunda kendisine göre yaptığı çıkarımlara dayanarak Humboldt Yunan düşüncelerini ‘Olmak ve yaratmak istediğimiz bir hayal’ olarak tanımlamıştır. 1793 yılında Antik çağ ve Yunan dönemi üzerine yazı yazarak bunu yayımlamıştır. Burada Philhelinizm akımı üzerine vurgular yaparak bunu sert bir dille ifade etmiştir.

Humboldt 1794 yılında ailesi ile o dönem Schiller’in etkisinin var olduğu Almanya’nın Jena şehrine taşındığı zaman, Yeni Hümanizma’ya duyduğu yüksek saygıdan ve yaygın bilgisinden dolayı, çoktan Alman Klasik Dönemi’nin önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Önce Schiller’e, sonra Goethe’ye karşı üstlendiği rol katı analistlerin, yapıcı eleştirmenlerin ve usta danışmanların devamı niteliğindeydi. Hatta bazı eserleri, Schiller’in nazımları, Wallenstein oyunu ve Goethe’nin ‘Herrmann ve Dorothea’ adlı eseri arasında değerlendirilerek beğeni toplamıştır.

Humboldt’un Antik Yunan’a karşı duyduğu ideal inancı ve onun sonradan gelen etkisi Klasik Alman Dönemi’nin eğitim esaslarında etkisini sürdürmüştür: “Humboldt, kendisini Goethe kadar derin bir bilgi hacmine sahip, Schiller kadar dinamik ve ikisi gibi yaratıcı olarak kabul etmese de Almanya’daki gelişmelerde en güçlü ve en uzun etkiye sahiptir.” 1797 yılına kadar Humboldt’un Schiller ile olan birlikteliği devam etmiştir. 1795/96 yıllarında birlikteliklerine ara vermişlerdir ve bu birliktelik tam olarak Elisabeth von Humboldt’un ölümüyle son bulmuştur. Onun ölümü ile sahip olduğu güç, oğullarına geçmiştir ve bu onları maddi yönden bağımsız kılmıştır. Wilhelm bu fırsat ile Schloss Tegel’de varlığını sürdürmüştür ve Alexander Amerika araştırma gezisi için kendini bu sermaye ile finanse etmiştir.

Humboldt: Mimar ve Şato Sahibi

Humboldt 51 yaşındayken hayatının yerini ve düzenini yeniden belirlemiştir. Tegel’de babasından kalma miras ile ileriki yaşam noktasını, özellikle eğilimlerine ve estetik görüşüne tam ters düşecek bir biçimde çocukluk günlerinin “sıkıcı şatosunu” inşa etmeye karar vermiştir. Antik sanat ve kültür Humboldt’'un eğitim olgusunda önemli ölçüt olmuştur: Şimdi ise antik sanat ve kültür, bir evde varlığını göstermektedir. Bunun için mevcut yapının bir kısmının değiştirilmesinde ve restore edilmesinde Humboldt’un Roma’daki günlerinden bu yana saygı gösterdiği Karl Friedrich Schinkel’e görev düşmüştür. Schinkel mevcut yapıyı mimari bir cesaret göstererek dört kuleli cephenin etrafında genişletmiş ve Wilhelm ile Caroline’'nin on yıl içinde edindiği mermer plastikler ve alçı dökümleriyle donatılmış olan bir iç oda yapmıştır. Dolayısıyla burası kendine özgü bir malikâne olmakla beraber Prusya’nın ilk antik müzesi olmuştur.

Evin restore edilmesinden sonraki açılışı, Prusya Kral’ı ile Kraliçesi’nin ve diğer ünlü konukların katılımıyla 1824 yılının Kasım ayında gerçekleştirilmiştir. Humboldt ve Schinkel’in candan etkileşimi, birkaç yıl sonra Lustgarten’deki Eski Müze’nin açılışında bir kez daha etkisini göstermiştir. İnşaat ustası: Schinkel, nesne donatımı: Wilhelm von Humboldt. Sanat ve sanatçıların katkılarıyla varlığını sürdüren, 1825 yılında kurulan Sanat Dostları Derneği’nin başkanı olarak Humboldt kendi özelliklerini ve eski dünyaya dair kapsamlı bilgisini Eski Müze’nin yapılışında kullanmıştır. Humboldt 1830 yılında müzenin açılışı sırasında kralın ona yeniden değer göstermesine ve onu ödüllendirmesine sevinmiştir. Humboldt'a bundan böyle devlet komisyonunda oturumlara tekrardan katılması önerilmiştir. O anda ciddi bir politik uyum düşünülmemiştir. Bunun üzerine Humboldt onur koltuğunu biraz çekinerek kabul etmiştir.

Humboldt’u yaşamının her evresinde destekleyen ve ona cesaret veren Caroline'nin 1832 yılında ölümünden sonra Humboldt' ta hızlı bir yaşlanma süreci gözlemlenmiş, bu hızlı yaşlanma sürecine Parkinson hastalığının belirtileri de eşlik etmiştir. Tegel’deki evinde bir günlük tutmaya da başlayan dul Humboldt bir Sone yazmıştır. 26 Aralık 1834 tarihinde yazılan sone şöyledir:

“Seviyorum sizi, evimin sessiz duvarları,/ Çünkü sizi sevgimle ördüm;/ Bakınca içinde kendimi gördüm,/ Bir de bana uzak mı uzak olanları.” Humboldt’tan sonraki kuşaklar -19. ve 20. yüzyılın tarihsel değişim zamanlarında- buranın görünümünün korunmasında etkin olmuş ve Tegel Şatosu'nun merak eden ziyaretçilerce gezilip görülebilir hem malikâne hem de müze olarak bugüne kadar kullanılmasını sağlamışlardır.

Theodor Fontane, Mark Brandenburg gezilerinde şatonun parkındaki aile mezarlığından övgüyle bahsetmiştir: Bu izlere Mark kumunun yüzyıllardır bir anlam kazandırdığını ve burayı binlercesi için uğranılması gereken bir yer haline getiren ünlü iki kardeşin, yüksekliğinin “umudu” çağrıştırdığı granit mezar taşlarının altında beraberce istirahat etmekte olduğunu belirtmiştir.

Roma’da Prusya büyükelçiliği görevi

Humboldt, annesinin ölümünden sonra kalan miras için Tegel’e geri dönmemiştir. O dönemde Napolyon’un İtalya’ya savaş açmasından sonra güvenliliğini de önemsemeyerek Paris’e gitmiştir. Burada dönemin bazı önemli kişileri ile tanışmıştır. Örneğin; Abbe Sieyes, Mme. de Stael ve ihtilal dönemi ressamlarından David. Paris’ten sonra 1799 ve 1801 yıllarında İspanya’ya iki uzun süreli seyahat yapmıştır. İspanya’da Baskça dili üzerine son derece verimli dilbilimsel çalışmalar yapmıştır.1801 yılının yazında Humboldt, karısı ve çocukları ile Tegel’e geri dönmüştür. Burada tam olarak bir yıl kalmışlardır. Bir sonraki ilkbaharda daha verimli ve güvenilir bilgiler edinebilmek için, Humboldt İtalya’ya papa makamına Prusyalı bir temsilci olarak gitme şansını elde etmiştir. Burada adalet alanındaki göreviyle eşdeğer olarak diplomatik hizmet ve elçilik müşavirliği görevine atanmıştır. Kilisenin merkezi olan şehrin Fransız egemenliği altına girmesi ve kutsal makamların Napolyon’a bağlı kalmasından sonra aristokrat makamından birisinin Humboldt’u bu göreve önermesi, muhtemel rakiplerinin hoşuna gitmemiştir.

Prusya uyruğu altında üstlendiği konsolos temsilciliği görevinde Humboldt diplomatik görüşmelerde fazla yer almamıştır, dolayısıyla Roma’daki makamı olan Tomati Köşkünde Caroline ile sık sık görüşme fırsatına sahip olmuştur. Burada saray ve papa hükümetinin yanı sıra Lucien Bonaparte, Bavyera veliahtı I. Ludwig’i, heykeltıraş Thorvaldsen ve Christian Daniel Rauch, Karl Friedrich Schinkel, Friedrich Tieck gibi dönemin önemli isimlerini misafir olarak ağırlamıştır.

Roma’nın Humboldt’a etkisi ve altı yıllık Prusya Büyükelçiliğinin sonucunda Humboldt 23 Ağustos 1804 yılında Goethe’ye bir mektup yazmıştır.

‘Roma öyle bir yer ki burada bütün antik çağ hakkında düşüncelerimiz görsel olarak canlıdır. Elbette buradaki etkilerin çoğu, sadece şahsi dürtülerle zamanını geçirenler için çok belirgin. Böylesi bir etkilenme, daha ziyade bizden kaynaklanan şiddetli bir heyecan, gerekli bir aldatma olarak tezahür ediyor. Soylu ve yüksek saygı duyulan bir geçmiş, kendi başına bir güçtür, ancak kendi istençlerine karşı koyamayan için, inanılmaz bir yıkıntı kitlesini gözler önüne koyan bir yer de olabilir… Biz kendimizi, dolaysız olarak Atina veya Roma’nın bir sakini görme dürtüsüne kapılırsak, sadece bir yanılgıya düşmüş olurduk. Oysa sadece uzaktan, sadece genel yargılardan ve sadece bir geçmişin mirası olarak Antik çağ bize hoş görünür…’

1805 yılının yaz ayında Amerika gezisinden geri dönen ve ‘ikinci Kolombus’ olarak adlandırılan Alexander von Humboldt, Paris’te çalışmalarıyla ilgili geniş çaplı değerlendirme yapmadan önce kardeşi ve yengesini Roma’da ziyaret etmiştir. Burada üç ay kadar kalmıştır. Bu süreçte iki kardeş yoğun bir haberleşme ve içsel bir bağlılık içinde bulunmuşlardır. Ancak bazen iki kardeş birbirleri ile zıt duruma düşmüşlerdir. Humboldt kardeşlerinin kendi aralarında sergiledikleri ilişki ve birbirlerini tamamlayan etkileri ‘Prusyalı iki arkadaş’ olarak resmedilmiştir.

Eğitim Reformcusu

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun tasfiye olması, Jena ve Auersted yenilgisinden sonra Prusya'nın dağılması ve de 1806 yılında Fransızlar’ın Berlin'i işgal etmeleri Humboldt’un Roma'da görev yaptığı dönemde meydana gelmiştir; fakat Humboldt olan biteni uzaktan birebir takip etmiştir. Dışişleri Bakanı’nın işlerini de yürüten Devlet Bakanı Hardenberg’e 1806 yılının sonbahar ayında şöyle yazmıştır: “Yaşadığım ülkedeki görevimde hiçbir zaman hırslı, ilgili ve mutlu olmadım, başka bir konumda olmayı ne aradım ne de arzu ettim; fakat şimdi burada zorunlu kalıyor olmak ve zorda olan ülkem için hiçbir şey yapamamak bana acı veriyor.”

Berlin’de o dönemde ona uygun eşdeğer bir görev bulunamamıştır, dolayısıyla Roma'da 1808 yılının Kasım ayına kadar kalmıştır. Mülk meselelerini ve tahrip olan Tegel Şatosu'nun tazminatını düzenlemek için gerçekleştirdiği tatil ona ancak Almanya’ya geri dönme fırsatı sunmuştur. Oysa Almanya’ya geldiğinde Stein tarafından yürürlüğe konulan reformlar onu, "Kült ve Kamu Eğitimi Bölümü’nün” idareciliğini üstlenmek durumunda bırakmıştı. Stein Baronu’nun soğukkanlı bir şekilde bu kararı almasının sebebi, Humboldt'un o zamanda o görev için gerekli bir kişi olmasıdır. I. Friedrich Wilhelm tarafından kurulan ve II. Friedrich tarafından genişleme politikası olarak belirlenen Prusya Ordu Devleti, her şeyden önce iflasın eşiğindeydi ve Napolyon'a son derece bağımlı bir hal içinde bulunmaktaydı. Stein ve onun danışmanının düşüncesine göre bu durumdan kurtulup eski gücüne kavuşmak, Fransız Devrimi'yle ortaya çıkan vatandaşların özgürlük mücadelesine daha fazla imkân tanıma, vatandaşların öz sorumluluklarını teşvik etme ve bu yolla ulusa daha fazla kaynak bulma hedefiyle daha kapsayıcı reformlar ile mümkün olacaktı. Humboldt’un devlete yönelik kuramsal düşünceleri zaten çoktandır bu yöndeydi. Humboldt, Alman Liberalizmi’nin fikir babası olarak görülmektedir ve bu girişimiyle monarşik - muhafazakâr kuvvetlerin tersine Prusya’da başarılı olmuştur. 1792 yılında kaleme aldığı "Devletin Etkililiğinin Sınırlarını Belirleme Çabasına Dair Fikirler" adlı bilimsel makalesinde şu şekilde yazmıştır: “İnsanın gerçek amacı, değişen eğilimi, hatta sonsuza dek değişmeden kalan aklı insana emreden amaç değil, bir bütünde en büyük ve en orantılı gücünün oluşumunu sağlamaktır. Bu oluşumda eğitim birinci ve vazgeçilemez şarttır. (...) Çokların birleşmesinden oluşan çeşitlilik toplumu oluşturan en büyük metadır ve bu çeşitlilik kesinlikle devletin müdahalesi derecesinde sürekli kaybolup gitmektedir. Onlar gerçekte yalnızca kendileriyle birlikte toplumda yaşayan bir ulusun üyeleri değildirler, bunun yanı sıra hüküm sürdükleri devletle, yani düşünceyle ilişki kuran ayrı ayrı tebalardır, yani devletin üstün gücünün güçlerin serbest oyununu bozan bir ilişkidir. Aynı türden sebeplerin aynı türden etkileri vardır. Devlet ne kadar çok müdahil olursa, etkileyen, hatta etkilenen şey de o kadar benzer olur. (...) Fakat her kim diğeri için atıp tutarsa onun insanlığı yanlış tanıdığı ve insanlardan makineler yapmak istediği hakkında haklı olarak şüpheyle ilişkilendirilir.” Bu köklü değişikliklerin yaşandığı sırada Humboldt’un aday olarak gösterilmesinde, insan olarak değer gören bir varlık için eğitime duyduğu derin saygı etkili olmuştur. "İnsan bir ulustan ve çağdan, saygısını ve hayranlığını hediye edeceği tüm insan soyundan ne talep eder? Eğitimin, bilgeliğin ve erdemin mümkün mertebe güçlü ve genel bir şekilde yayılmasını ve iç değerinin öyle yükseğe çıkıp insanlık kavramının büyük ve onurlu bir karşılık kazanmasını talep eder.”

Humboldt göreve atanmasıyla yüzleştiğinde görevi kabul edip etmemekte tereddüt etmiştir. Bakan olup bununla birlikte sadece krala karşı sorumlu olmayıp İçişleri Bakanı Friedrich zu Dohna-Schlobitten’in altında bölüm şefi olarak görev alması kısmen bu tereddüttün nedeniydi. Görevinin önemi yüzünden ona ders olgusunun yeni düzenlenmesinde yeterince hareket özgürlüğü tanınmayacağından korkmuş olmalıydı. Karısı Caroline’ye "üzücü şeyler" ve içinde bulunduğu bir kriz hakkında yazmıştır. Humboldt yeni görevine atanma yazısını 1809 yılının Ocak ayına iki hafta kala okumuştur, atamasını reddetmiştir ve kraldan Roma’daki diplomatik görevine devam etmesini rica etmiştir. Ancak bunu yapmasına izin verilmemiştir; 10 Şubat’ta Gizli Devlet Kurulu’na ve İçişleri Bakanlığı’nın Kült ve Ders Bölümü Yöneticiliği’ne atanmıştır. Humboldt şartlara sonunda boyun eğdiğinde özgür ve yenilikçi olarak, Nicolovius, Süvern ve Uhden gibi meslektaşlarından destek görerek ilkokullarda ve halk okullarında, liselerde ve üniversite alanında kapsayıcı olduğu kadar tempolu ders planlarını, öğretmen eğitimlerini ve sınav olgularını Königsberg’deki görevinde hayret verici bir şekilde etkinleştirmiştir.

Kendi aristokratik, ayrıcalıklı var oluşuna oldukça yakın bağı bulunduğu için Humboldt’un eğitim ülküsü ekonomik zorlamalar ve toplumsal gerçeklikler bakımından eleştirilmiştir. Fakat Humboldt bizzat genel bir eğitim reformunu hedefliyordu; Kral’a 1809 yılının Aralık ayında hazırladığı raporu, hayat boyu eğitimin var olabileceği bir halk toplumunun oluşturulmasına yönelik teşviklerin belgelerini içeriyordu. “Genel olmak zorunda olan tamamıyla kesin bilgiler ve dahası kimsenin hata yapmayacağı zihniyet ve karakterin kesin bir oluşumu vardır. Kendisine ve kendi özel mesleğine bakmaksızın durumuna göre iyi terbiyeli bir insan ve vatandaş ise açık bir şekilde iyi bir usta, satıcı, asker ve iş adamıdır. Okul dersi ona burada gerekli olanı verirse o kişi mesleğinin gerektirdiği özel yeteneği sonradan oldukça kolay edinir ve hayatta sık sık olduğu gibi birinden diğerine geçme özgürlüğünü her zaman korur.”

Humboldt ilkokul, lise ve üniversiteden oluşan üç aşamalı bir okul sistemi istemiştir. 1809 güzünde okul olgusuna dair iki taslak sundu: “Königsberg Okul Planı” ve “Litvanya Okul Planı”; bunlar Alman okul tarihinin merkezi iki dokümanıdır. Bu taslaklar kulaktan dolma bilgiye karşı çıkmaktaydı ve "sadece genel insan eğitimini” amaçlamaktaydı. Bu tutum daha çok bir mesleki yöne sahip olan şövalye okullarına, askeri okullara ve özel liselere karşı durmaktaydı. Üç yıllık ilkokullar için Pestalozzi Yöntemi’nin devreye sokulmasını önermişti: “O yöntem aynı zamanda çocuğun her an duyduğuna, söylediğine ve yaptığına ve neden böyle değil de öyle muamele gördüğüne dair tam ve açık bilince sahip olmak zorunda olduğu bütün yöntemin ana ilkesidir.” Humboldt lise için hazırlık evresi olarak algıladığı Hümanistik Lise’ye dair yürürlükte olan fikirleri açıkça bildirmiştir. Yeni hümanizmin düşüncesinde zihin eğitimi olarak eski dillerin üstünlüğü üzerinde ısrar etmiştir.

Humboldt'un veya çalışma arkadaşlarının sonradan etkisini gösteren önlemleri şunlardır:

Reform çalışmasının taçlandırılmış bir şekilde son bulması, 1810 yılında Berlin Üniversitesi'nin kurulmasının önünü açmıştır, Berglar bundan şöyle bahsetmektedir: "Bir Alman Eğitim Bakanı gururlu bir atama listesini tekrar göstermek zorunda değildi.” En renkli öğretmen kürsülerinde, başlarda Schleiermacher, Friedrich Carl von Savigny, Johann Gottlieb Fichte ve Barthold Georg Niebuhr vardı. Bayan Caroline’ye mektuptan yansıttığı gibi organizatör için bu küçük bir işti: Uzman öğretmenler -sürekli çakışan çıkarlarıyla, kıskançlıklarıyla, kıskanmalarıyla ve hükmetme hevesleriyle, söz konusu alanında destek ve teşvik kazandığı tek taraflı görüşleriyle- “en ele avuca sığmaz ve memnun edilmesi en zor insan sınıfıydı”.

Humboldt’un üniversite fikri, yüksekokul işletmesi ile doçentler arasındaki ilişkiyi ve onların öğrencileri için araştırma ve öğreti birimini öngörmekteydi. Her ikisinin masrafları devlet desteği ve yükümlülüğü tarafından kısıtlı olarak ödenmiştir. Humboldt, üniversitelerin sorumlu öz yönlendirmeleriyle; tabiri caizse sadece yüksek bir kuleden ve devletin kendi servetinden oluşturamayacağı araçlarla devlete ait amaçları da yerine getirebilecekleri düşüncesinden yola çıkmıştır. Alman Üniversitesi örneği olarak Humboldt’a özgü bir konuma, ancak 20. yüzyılda, 1903 yılında yayımlanan “Yüksek bilimsel girişimlerin iç ve dış örgütleri hakkında” adlı tasarı ile gelinebilmiştir.

Bağımsız ve kabinedeki meslektaşları gibi eşit haklarda etkili olabilmek için devlet komisyonundaki konumunu değerlendirme niyetinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Humboldt, Baron Stein’ın fikriyle Kral’ı ikna edebileceği umuduna kapılmıştır. Hiçbir şeyi başaramadığını fark edince komisyondaki bir yıllık görevinden istifa etmiştir. İşinden çıkarılmasına karar verilmesi iki buçuk ay sürmüştür, bu aylar içinde hem İçişleri hem de Dışişleri Bakanlığı Yöneticiliği için görüşmeler yapmıştır. Diplomatlık görevine sonradan geri dönebilmek için kilise meseleleri bölümü yöneticiliğini ricada bulunarak devraldığından dolayı bir önceki işinden kovulmasıyla bağlantılı olarak "Viyana'ya sıra dışı elçi ve tam yetkili bakan" olarak atanması yaşadığı hayal kırıklığını biraz da olsa hafifletmiştir.

Humboldt elinde bulundurduğu devlet dairelerindeki görevlerinden ayrıldığı için saldırıya uğramıştır. Kendini beğenme, zevk arayışı, rahatlık ve kendini diğerlerinden üstün görme, geri çekilmesinin kabul edilebilir örneklerini oluşturmuştur. Buna karşına, büyük bir hizmet ve devlet görevinde de tam güne yaydığı bitmez tükenmez azami bir iş hırsına sahipti.

Özgürlük ve Barış Diplomatı

Caroline von Humboldt kocası Eğitim Bakanı olarak göreve atandığında Roma’da kalmıştır. 1810 yılının sonbaharında çocuklarıyla birlikte kocasının yanında yaşamak ve Minoriten Meydanı'ndaki evde gösterişli bir toplum hayatı sürmek üzere Viyana'ya gitmiştir. Humboldt, Habsburg görevlerinde tanıştığı gençlik arkadaşı Friedrich Gentz sayesinde o zamanki Avusturya Dışişleri Bakanı’nın vekili Metternich ile tanışmayı başarmıştır. Böylelikle Hardenberg’e Napolyon ile Rusya arasındaki çatışmada ve Napolyon’a karşı başlayan kurtuluş savaşında Avusturya’nın tutumunu önceden güvenilir bir şekilde söyleyebilmiştir. Avusturya’nın koalisyona katılmasını arka alanda teşvik edebilmiştir. Bu Humboldt'un Scurla Biyografileri’ne göre onun diplomatik kariyerindeki en üst noktaydı.

Humboldt Viyana Kongresi'nde ve Alman Devletler Birliği hakkında yapılan müzakerelerde Hardenberg'in sağ kolu olarak görev almıştır ve eyalet dosyalarının biçimlenmesine sayısız bildiriyle katkıda bulunmuştur. Hardenberg’le yapılan bu önemli evrede Avrupa'nın yeni düzenini içinde barındıran bu uzlaşma maalesef uzun süreli olmamıştır. Çünkü Humboldt'un liberal ilkeleri ve etkileri, Hardenberg kendisini geliştirirken, Metternich’in giderek artan karşı devrimci çabalarıyla oluşan havayı fazlasıyla bir kenara itmiştir. Müzakereler bittikten sonra Metternich ve Humboldt arasında belirgin bir hal alan zıtlaşma nedeniyle Humboldt'un Viyana'daki rolü bitmiştir. Humboldt ilk olarak 1816 yılı boyunca Alman Devletler Birliği’ndeki açık bölgesel sorunları müzakereye bağlamak üzere Frankfurt’a gönderilmiştir, bunun sonrasında ise kalıcı olmak üzere Londra’ya elçilik görevine yollanmıştır. Humboldt, Hardenberg tarafından tekrardan bir bakanlık görevine öngörülmüştür. Hardenberg, yetkisinde ve yönetim işlevinde Humboldt tarafından saldırıya uğrandığını düşünmüştür. Bunun üzerine aylardır devlet komisyonunun bir üyesi olarak Berlin'in siyasi işlerine katılan Humboldt’un acil bir şekilde Londra’ya gönderilmesini talep etmiştir.

Humboldt yurt dışına sürüleceği kararına yarım sene boyunca saygı göstermiştir, daha sonra sözde ailevi nedenlerden dolayı görevinden alınmasını rica etmiştir. Hardenberg onun Berlin’den uzaklaştırılma dilekçesini kabul etmiştir; fakat Humboldt ikinci dilekçesini doğrudan Kral’a yazmıştır ve bu ona cesaret kazandırmıştır: Humboldt, Frankfurt am Main’de yeniden Alman Devletler Birliği’nde Prusya’nın çıkarlarını gözetecekti. 1819 yılının Ocak ayında nihayet bakanlık görevine durumsal sorunlardan dolayı atanmıştır. Diğer ön koşullar altında anayasal bir monarşi için liberal temeller oluşturma ve böylelikle III. Friedrich Wilhelm'in anayasa sözünün, Humboldt'un düşündüğü gibi gerçekleşmesi şansı doğmuştur. Bu imkân üzerine ortaya çıkan manzara, devlet komisyonunun bir reformu için onun yeniden ortaya attığı talebini kendisine dayandırmasına, Hardenberg'in olağan mesafeli duruşuna ve kendine ait anayasa planlarına rağmen- teklif edilen bakanlığı üstlenmesine olanak sağlamıştır. Teklifin Humboldt'a sürgün getireceğini zanneden meraklı halk, onun teklifi onaylaması üzerine oldukça sevinerek tepki göstermiştir. Humboldt’un Berlin’e gitmesinden önce anayasa meselesinin önünü tıkamak isteyen Hardenberg onun Berlin görevini onaylamadan önce yaza kadar Humboldt’u Frankfurt’taki görevleri nedeniyle oyalamıştır.

Anayasa düşüncesine hiç de uygun olmayan bir zamanda Humboldt görevine başlamak zorunda kalmıştır. Görev süresine denk düşen zamanda Prusya ve Avusturya Devlet Başkanları arasında üniversitelerde ve normal yaşamda liberal çabaların baskı altına alınmasını ve kovuşturulmasını öngören Karlsbad Kararları müzakere edilip kabul edilmiştir. Daha sonraki zamanlarda Hardenberg ve Humboldt, Kral’a anayasa fikirlerini sunsalar da Prusya'da Karlsbad Anlaşması’ndan sonra anayasal bir düzenin oluşması olanaksızdı. Humboldt'un zaman zaman arkadaşlarını da arkasına alarak yürüttüğü mücadelesi, uzun süredir kaybettiği makamında yer almaktaydı. "Demagog"- Kovuşturması kapsamında polisin keyfi davranmasına karşı enerjik çıkışı 31 Aralık 1819 tarihinde görevinden uzaklaştırılmasına neden olmuştur; fakat o, görevinden uzaklaştırılmasını soğukkanlı olarak sineye çekmiştir.

Karşılaştırmalı Dil Araştırmaları’nın ve Karşılaştırmalı Dilbilimi’nin Kurucusu

Humboldt Tegel’deki on yıllık yaşamı boyunca öncelikli olarak dil araştırmalarıyla meşgul olmuştur. Bu çalışmalara yönelik malzemelerin bir kısmını seyahatlerinde kendisi toplamış, bir kısmını mektup yazışmalarından elde etmiştir, diğer bir kısmını ise kardeşi Alexander'ın araştırma gezilerinin malzemelerinden edinmiştir. Kardeşi 1827 yılından beri Berlin’de yaşamış ve Tegel’e Humboldt’u ziyaret etmek için sık sık gelmiştir. Humboldt, 20 yıl daha fazla yaşamış olduğu kardeşinin ölüm haberini bir mektup sayesinde öğrenmiştir.

“Humboldt kendisini hep oluşumun yanında görmüştür ve türler üzerine dil yapısındaki çeşitliliğin bir sebebe bağlanması anlamına gelen ve insanlığın zihinsel algılarında kurulu olan yeni bir dilbilimi çok etkin bir şekilde teşvik etmiştir: Bu çeşitliliğin içinde tüm dünyayı kapsayan, dillerin yapısının onun biricik araştırma nesnesi olan bir dilbilim (…) Humboldt çağdaşlarının arasında çoğu dili gramer açısından inceleyen adı sonsuza kadar uzanacak tek kişiydi. O aynı zamanda tüm dillerin ilişkisini ve onların insanlığın zihinsel oluşumuna etkilerin, en derinden ve en anlamlı bir şekilde araştıran kişiydi."

Gençlik yıllarında öğrendiği yabancı dillerin yanı sıra Humboldt’un dil hâkimiyeti İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Bask dili, Macarca, Çek dili, Litvanyaca’ya kadar uzanmıştır. Bilimsel araştırmaları, Amerika’daki yerli diller, eski Mısır dili, Çince, Japonca ve Hindistan Sanskritçesi dilleri üzerinedir. Bu kapsayıcı dilsel araştırma olgusunun kaynağı, dilin kesinlikle kilit rolü elinde bulundurduğu Humboldt'un kafasında canlandırdığı insan portresidir. “Çünkü insanın mizacı dilin beşiği, yurdu ve evi olduğu için dilin bütün özellikleri insanda fark edilmeden, gizli bir şekilde ortaya çıkmaktadır." Humboldt dilin ulusal karakterini ele alan bir inceleme yazısında şöyle yazmıştır: "Karakteri tanımlayarak ve aslında onu oluşturarak, belirsiz düşüncelere bir biçim vererek zihin çoğu kimsenin desteklediği etki sayesinde yeni yollar üzerinden nesnelerin özüne işler. (…) Bazı milletler kendi dillerinin onları dünyadan uzaklaştırdığı yağlı boya tablolarıyla adeta yetinmektedirler ve bu tablolarda daha fazla ışığı, ilgiyi ve uygunluğu bir araya toplamaya çalışmaktadırlar. Diğerleri adeta kendilerini düşüncelere gömmektedirler, ifadenin yeterince ortaya çıkarılamayacağına, ifadenin uygun yapılamayacağına inanmaktadırlar ve bunun üzerine biçimin kendi içinde tamamlanmasını göz ardı etmektedirler. Her iki tür milletin dilleri kendi dilinin karakteristik özelliğini kendi içinde taşımaktadır.”

Gelişmiş biçimdeki insanlar arası anlama ortak bir dili şart koşmaktadır; bu Humboldt'a göre bir şeyin asıl nedeni ve bilimsel ilerlemenin aracıdır: “Çünkü anlama düşünce tarzlarının ayrılmaz bir noktada bir araya gelmesidir, hatta ortak kısmın kendini emniyete aldığı, bireyleri aşan düşünce kürelerinin bir araya gelmesidir. Bu sayede düşüncenin edinilen her gelişmesi diğerlerinin sahip oldukları düşüncelerin üstüne çıkarak, benimsemede ve yeni bir gelişmede gerekli olan özgürlük prangalarını takmaksızın insan cinslerinin zihinsel ilerlemesini olanaklı hale getirmektedir.”

Düşünce kürelerinin bu bağlamda oldukça verimli bir şekilde bir araya gelmesini Tegelli kardeşler beraber tecrübe etmişlerdir- ve gelecek kuşakların bundan istifade etmesini sağlamışlardır. Wilhelm siyasi görevleri nedeniyle daha çok Prusya vatanseverliğini geliştirmiştir ve uzun süre Paris'te kalan Alexander'ı özlemiştir. Ancak her ikisi de temelde anavatana yönelik dar kafalılığı reddetmiş ve kozmopolit fikirlerini bilimsel çalışmalarında birleştirmişlerdir. Herbert Scurla, Wilhelm von Humboldt'un Alexander'a "Kozmoz”da (Evren) gönderme yapan sonraki cümlelerinde Humboldt-Kardeşlerin ortak vasiyetini görmüştür:

“Geçerliliği tarih boyunca gittikçe artan bir fikri betimleyecek olursak; herhangi biri tüm cinsin etraflıca tartışılan, fakat buna rağmen yanlış anlaşılan mükemmelleşmesini kanıtlamak isterse; insanlık fikri, çabayı ve insanlar arasına her türden düşmanca ön yargıları, ayrıca tek yanlı görüşleri koyan sınırları ortadan kaldırmaktır. Bunun yanı sıra tüm insanlığa din, millet ve renk gözetmeksizin büyük bir kardeş kabile olarak, bir amaca ve iç gücün özgür gelişimine ulaşmada mevcut bir bütün olarak muamele etmektir. Bu, toplum olmanın son ve açık fikridir ve aynı zamanda insanın varlığının gelişmesi için kendi doğası sayesinde kendi içine yerleştirdiği yoldur.”

Eserleri

Çalışmaları

Makaleleri

This article is issued from Vikipedi - version of the 4/11/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.