Hareket (siyaset)

Hareket fizikten spora, performans sanatlarından tıbba birçok alanda ve birçok yönden ele alınan kavramlardan birisi olarak, basit ve genel biçimde bir cismin belirli bir zamanda ve mekânda konum değiştirmesi şeklinde tanımlanır[1]. Sıklıkla fen bilimleri alanındaki önemiyle ön plana çıkan hareket kavramı, özellikle 1990’ların başında sosyal bilimlerde beliren ve “mobility turn” (harekete dönüş) olarak adlandırılan yaklaşımın sonucu olarak siyaset, coğrafya, sosyoloji, antropoloji ve kültürel çalışmalar gibi alanların da öncelikli tartışma konularından birisi haline gelmiştir[2]. Bu sayede siyaset bilimi disiplininde çoğu kez toplumsal ya da siyasal kavramlarıyla birlikte gündeme gelen hareket, artık kendi içerisinde anlamı olan ve siyasete yönelik kurucu nitelikler barındıran bir kavram olarak incelenmeye başlamıştır.

Tanım

Zaman ve mekân yukarıda ilk cümledeki tanımdan bakıldığında hareketin ön koşuludur; hareket her zaman bir yerde ve bir zamanda gerçekleşir; yani mutlak değildir. Fizikte cisimlerin belirli bir yüzeyde, futbolda top ve oyuncuların sahada, bir dansçının sahnede, tıpta ise mesela vücudun temel taşlarından birisi olan kanın damarlardaki hareketi bu ana fikre örnek olarak düşünülebilir. Zaman ve mekânın hareket açısından hayati önemini belirtirken bir şerh düşmekte de fayda vardır: Akla asla yalnızca sabit bir mekân ve zamanın hareketi mümkün kılabileceği fikri getirilmemelidir; hareket bir zaman ve mekânda konumsal değişimi imlediği gibi, hareket sayesinde farklı zaman ve mekân türleri ortaya çıkabilir. Bir başka deyişle hareket zaman ve mekânı beraberinde taşır. Yani aradaki ilişki tek yönlü/sabit değil diyalektik/dinamiktir. Hareket ile zaman-mekân karşılıklı olarak etkileşir ve birbirlerini dönüştürürler[3].

Hareketin mutlak olmadığının göstergelerinden olan bir diğer önemli nokta da hareketin mantıksal bir zorunluluk olarak durağanlıkla birlikte var olmak durumunda olmasıdır. Yani hareket, hareket olarak kendisini kurabilmek için bir ötekine, yani durağanlığa muhtaçtır. Bir yerde/zamanda hareket, başka bir yerde/zamanda durağanlığı işaret ettiği ölçüde anlamlı bir kavramsal çerçeve sunacaktır[3]. Aksi takdirde hareketin mutlak olması, yani her yerde/zamanda bulunması sonuç olarak hareketi hiçbir yerde/zamanda yapacağından kavram herhangi bir yaptırım gücünden yoksun kalacaktır. Mutlak hareketten çeşitli değer, rejim ve alanlar çıkmayacağı gibi (zira herhangi bir ölçüm/sabitleme yapmak olanaksızdır), mutlak durağanlıktan da aynı şekilde üretkenlik beklenemez (çünkü üzerinde konuşulacak ve kavramsallaştırılacak ayırt edici bir fark ortaya çıkmaz). Bu ikilik hareketin gerek tanımını anlamak gerekse siyaset ile olan ilişkisini kurmak için önemlidir.

Hareketin İki Niteliği

Hareketin siyaset ile ilişkisine geçilirken öncelikli olarak ele alınması gereken konu, hareketin iki temel bileşenidir. Yukarıdaki temel hareket tartışmasından yola çıkıldığında doğal olarak akla önce hareketin fiziksel yönü gelecektir. Canlı/cansız varlıkların bir zaman ve mekân aralığında konum değiştirmesi aslında doğrudan fiziksel bir değişime dikkat çekmektedir. Hareketin bu fiziksel boyutu (mesela yürüme, koşma, itme gibi fiiller) kavramsal çerçeve açısından hiçbir zaman göz ardı edilemeyecek bir yöndür; yani hareket mevzu bahis olduğunda orada her zaman fiziksel bir konum değişikliği olmak zorundadır. Ancak öte yandan hareketin yalnızca fiziksellikten ibaret olduğunu öne sürmek de tartışmayı özellikle sosyal bilimler alanından bakıldığında oldukça kısır ve eksik bırakacaktır. Beden hareketinin olmazsa olmaz eşlerinden birisi, fiziksel hareketle birlikte anlam, sembol, değer ve temsillerin de taşınması, oluşturulması, bozulması, değiştirilmesi ve yeniden üretilmesidir. Kısaca hareketin sosyal yönü olarak adlandırılacak bu boyut, fiziksellikle birbirinden ayrılamaz bir ikili oluşturmaktadır. Hareket kavramının analitik olarak ayrıt edici ve güçlü bir çerçeve sunabilmesi açısından fiziksellik ve sosyallik yanlarının arasındaki sağlam bağ asla dikkatten kaçmamalıdır[1].

Bir örnek ile bu yakınlığı aydınlatmak gerekirse şunlar söylenebilir: Trenle bir yerden bir yere seyahat etmek isteyen koyu renkli tene sahip birisi ile beyaz tenli birisinin, aynı yolu kat edecek olsalar dahi aynı hareketi gerçekleştirdiklerini söylemek indirgemeci ve yetersiz olacaktır. Zira fiziksel olarak aynı konum değişikliğini sergilemekle birlikte koyu renk ten ile açık renk bir tenin taşıdıkları sosyal, siyasal ve dini temsiller bütünü oldukça büyük farklılıklar gösterecektir. Siyaset gündemini de oldukça meşgul eden ırkçılık, dinsel ayrımcılık veyahut terörizm tartışmalarından bakıldığında bu örneğin somut bir zeminde düşünülmesi daha kolay hale gelecektir.

Hareket ve Siyaset

Hareket, yukarda sözü edilen birçok alan ile birlikte aslında siyasetin de önemli unsurlarından birisidir. Fakat gerek akademik literatüre, gerekse kamuoyu tartışmalarına bakıldığında hareketin kendi içinde anlamlı ve önemli bir siyasal kavram olduğuna yönelik bir değerlendirmeye rastlamak oldukça güçtür. Bunun yerine hareket genellikle başka kavramlarla bir araya getirilerek kullanılmaktadır. Örnek olarak toplumsal hareketler veyahut yeşiller hareketi gibi nitelendirmeler verilebilir. Hareketin kavram olarak sürekli bu şekilde eklemlemeli (amiyane tabirle yancı) kullanılması, kavramın siyaset açısından kendi içinde taşıdığı kurucu niteliğin göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Siyaset terminolojisindeki bilinen ikiliklerden birisi olan parti-hareket çerçevesi de hareketi kendi başına ele alıyor gibi görünmekle birlikte, kavramın içeriğini toplumsal hareketler tartışmasındakinden çok da farklı biçimde doldurmamaktadır. Bu doğrultuda hareket denildiğinde tartışmanın otomatik olarak toplumsal-siyasal hareketler bağlamına çekilmesi, hareketi belirli bir kitle eylemliliğine indirgeyerek kavramın kitle ya da eylem harici, örneğin devlet yönetimi düzeyinde ya da gündelik hayat pratiklerinin şekillenmesindeki rolünü göz ardı etmektedir[4]. Ayrıca toplumsal-siyasal hareketler bağlamında incelenen somut örnekler düşünüldüğünde, hareket kavramının çoğunlukla ilerlemeci/demokratik/özgürlükçü olarak nitelendirildiği görülmektedir. Fakat hareketin kendi içinde böylesi bir yönelimi olmadığı, hareketin ilerlemeci ya da özgürlükçü olabileceği gibi baskıcı ya da muhafazakâr biçimlerde de açığa çıkabileceği söylenebilir. Sonuç olarak, hareketin toplumsal ya da siyasal kitle olaylarının bir türevi olarak ele alınması, harekete dair birçok unsurun arka planda bırakılmasına yol açmaktadır.

Bu sebeple, hareketi ilk bölümde verilen tanıma sadık kalarak siyasete uyarlamak farklı bir bakış açısı sunmakla kalmayıp, siyasetin hareket ile olan bağının ne kadar sıkı olduğunu göstermesi bakımından şaşırtıcı yollar açabilecektir. Bir önceki paragrafta ele alınan yönelime bu anlamda bir istisna olarak Alman siyaset kuramcısı Carl Schmitt verilebilir. Çünkü Schmitt hareketi kendi içinde ve siyaseten kurucu bir kavram olarak ele alan yegâne düşünürdür[5]. Schmitt’e göre bir yanda durağan kurumsal yapı olan devlet ile öte yanda politik olmayan halkı birleştiren, onlara ruh-kimlik kazandıran ve itici güç teşkil eden unsur harekettir[6]. Schmitt böylesi bir sonuca Naziler dönemi bağlamında varmıştır, fakat hareket ile siyasetin ilişkisi bu bağlamla sınırlı kalmamakta, onun ötesine geçmektedir. Siyaset, ilk siyasal örgütlenme biçimlerinden bu yana her zaman siyaset ile alakalı canlı/cansız varlıkların (mesela devlet, vatandaş, toprak, sınır, mülkiyet vs.) hareketinin düzenlenmesiyle ilgili olmuştur. Bu düzenlemeye kavramsal olarak Kotef’in kullandığı “hareket rejimleri” adını vermek doğru olacaktır[7]. Siyasetin hareketin ve hareket rejimlerinin biçimlendirilmesi üzerine olduğunu belirtmek, aynı zamanda durağanlığın şekillendirilmesi ile ilgili bir yöne de vurgu yapmak durumundadır çünkü ilk bölümde bu diyalektiğin zorunluluğu gösterilmiştir. Örneğin bir devletin hareket ederek sınırlarını genişletmeye yönelik bir hareket rejimi uygulaması, başka bir devletin durağanlaştırılması ve küçülmesini beraberinde getirir. Ya da belirli bir kamusal alana yönelik sınırlama politikaları, başka bir alanda açıklığa sebep olmak durumundadır. Zaten siyasetin de esas meselesinin hareket ile durağanlığın arasındaki sınırın nerede, kim tarafından, neye dayanarak, nasıl çizileceği ve kimlerin hangi tarafta bırakılacağıdır. Kabaca kavramlar üzerinden giderek ifade etmek için, bir önceki cümlenin kim sorusunun egemenlik, neye dayanarak kısmının meşruiyet-otorite, nasıl kısmının ise yöntem (şiddet-müzakere) ile ilgili olduğu düşünülebilir.

Kısaca belirtmek gerekirse, siyasetin temelini hareket rejimi (yani hareket ile durağanlık arasındaki sınırın çizilmesi) oluşturur. Bir başka deyişle bu sınır, siyasetin biçimini ifade eder. Biçimin içeriği ise farklı siyasal rejimler ve ideolojiler tarafından değişik yaklaşımlarla doldurulur.

Siyasal Rejimler

Klasik anlamda siyasal düşünceler tarihinde baktığımızda, siyasal rejimlerin aslında farklı açılardan hareket rejimleri olduğunu söylemek pek de mantık dışı olmayacaktır. Örneğin monarşide tek bir kişi, oligarşide belirli bir zümre, demokraside ise kabaca halk bu hareketin düzenlenme ve sınırlandırılmasına karar verenler olarak ortaya çıkarlar. Siyasetin en hayati partnerlerinden birisi olan kamusallığın düzenlenmesi de tam olarak bununla ilintilidir. Bu alanlara kimlerin girebileceği, nasıl giyinebilecekleri, nasıl hareket edebilecekleri mutlaka ve mutlaka siyasal rejimlerin konusu olmuştur. Hatta örneğin Hagar Kotef’in belirttiği üzere, demokrasinin esas kelime anlamı, demos kratia (halk yönetimi) öbeğindeki demos, ilk olarak kamusal alanlara ulaşabilmek için epey bir yol yürümesi gerekenleri işaret etmekteydi[1]. Demos, şehir merkezine uzak kırsal yerleşim yerlerinde ikamet eden ve bu coğrafi şartlardan ötürü kamusallıkla zor bir ilişki içinde bulunanların ortak adıydı. Demokrasi kavramı da bu zorluklarla yüzleşenlerin karar verme yetkisine sahip olabildiği yönetim biçimi olarak ortaya çıkmıştı diye düşünülebilir[8]. Benzer bir şekilde Platon’un demokrasi eleştirisinin ana damarı da hareket ile ilgilidir: Demokrasi ile birlikte gelen sınırsız ve kontrolsüz hareket sebebiyle herhangi bir değer, düzen ve erdemli yaşam zemini oluşturmak imkânsız hale gelmiştir. Dolayısıyla hareketin belirli ölçüde kontrol altına alınması gerekmektedir. İdeal filozof-kralını mağara alegorisiyle göstermeye çalışan Platon, burada da harekete başvurmaktadır: Filozof-kral olmaya giden yol, mağara duvarındaki gölgelere sırt çevirip mağara girişindeki ışığa yönelmekle başlar[1]. Dolayısıyla Batı siyasal düşüncesinde ta en başından beri siyaseti kuran unsur harekettir. Doğu düşüncesinde de hareketin özellikle bazı düşünürler açısından oldukça ön planda olduğu görülebilir. Örneğin İbn-i Haldun’un harekete dayalı bedevi yaşam tarzını ve bundan türeyen asabiye kavramını yüceltmesi, ancak aynı zamanda bunun sınırlarını çizerek durağanlığa da bir yer ayırması, açıkça hareket kavramı kullanılıyor olmasa da ana fikir açısından hareket ile ilgilidir[9].

En basit şekilde düşünüldüğünde, baskıcı olarak adlandırılan bir siyasi rejim ile nispeten daha özgürlükçü olduğu ileri sürülen bir rejimi birbirinden ayıran hayati unsur hareket rejimidir. Yani rejimler birbirlerinden üzerinde yükseldikleri hareket düzenleri sayesinde farklılaşırlar.

İdeoloji ve Özne

Hareketin düzenlenmesi, şüphesiz ki farklı siyasal rejimlere göre değişebildiği gibi, çeşitli ideolojik yaklaşımlara göre de hareket rejimi çerçevesine başka içerikler kazandırabilmektedir. Tarihsel düşünüldüğünde, klasik liberalizmin yükselişiyle hareket özgürlüğü kavramının gündeme gelmesi arasında oldukça sıkı bir bağlantı vardır[10]. Bir yerden bir yere gidebilmenin oldukça zor ve izne tabi olduğu ortaçağ Avrupa’sındaki bu boyut, liberalizmin kendisini siyasal bir ideoloji olarak kurması ve özgürlüğün temeli olarak hareketi baz almasında etkili olmuştur. Aynı zamanda sermayenin özel mülkiyet temelli hareketi de iktisadi açıdan liberalizmin hareket-özgürlük denkliğini korur ve destekler niteliktedir. Liberalizme birçok yandan karşı duran ideolojiler olarak öne sürülebilecek muhafazakârlık ve Marksizm tam da Liberalizm’in bu hareket rejimine çeşitli eleştiriler getirmişlerdir: Muhafazakârlıkta hareket serbestliğinin toplumsal-sosyal ve anlamsal yapıyı çökerteceği düşünülmüş ve bu serbestliğe yönelik eleştiriler getirilmiştir. Marksizm ise sermayenin özel mülkiyet temelli hareket serbestliğinin sömürüye yol açacağına dikkat çekerek kendisini temellendirmiştir. Bu klasik Batı ideolojilerine ek olarak, kısaca söylenebilir ki ırkçı ideolojiler hareket rejimlerini ten rengi, dil, din ve kültürel temelde kurarken, toplumsal cinsiyet temelli ideolojik yaklaşımlar bu sınırı beden, toplumsal cinsiyet (gender) ve cinsiyet (sex) gibi unsurlar üzerinde inşa ederler.

İdeolojiler yalnızca hareket rejiminin içerik rengini belirlemekle kalmazlar, aynı zamanda farklı özneleşme konumları sunabildikleri ölçüde de hareket ile ilişkili hale gelirler. Belirli bir ideolojinin çizdiği sınır, kimlerin hareketinin serbest bırakılması, kimlerinkinin ise kısıtlanması gerektiği üzerine olduğu ölçüde asimetrik özne konumlarını da beraberinde getirir. Nazizm örneğinde açıkça görülür ki, hareketi serbest bırakılması gerekenler Aryan ırk iken, hareketleri tehdit olarak algılanıp sınırlandırılması ve hatta yok edilmesi gerekenler Yahudiler, eşcinseller ve Çingenelerdir. Nazizm çerçevesinde sözü edilen tikel grupların özne konumları bu sayede ortaya çıkar. Yani burada vurgulanmak istenen düşünce, hareket rejiminin içeriği olan ideolojilerin her zaman kendi beraberinde farklı özneleşme biçimleri getirdiğidir.

Güncel Tartışmalar

Tanımlarla bu noktaya kadar geldikten sonra, güncel bazı tartışmalardan söz etmenin hem kuramsal hem de pratik olarak kavramayı kolaylaştıracağı düşünüldüğünden, örneklerle devam etmek uygun düşecektir.

Mesela güncel devlet tartışmalarında hareket rejimleri kavramı doğrultusunda ortaya atılan savlardan birisi oldukça önemlidir: Devletler, yalnızca Max Weber’in dediği gibi şiddet tekelini elinde bulundurmakla kalmamakta, aynı zamanda hareketin meşru kanallarına karar verme tekeline de sahip olmaktadırlar. Burada pasaportun bulunması oldukça önemli bir dönüm noktasıdır[11]. Pasaport ile devletler, hangi vatandaşların ne kadar süre ve harç karşılığında seyahat edebilme serbestliğine sahip olabileceğine karar vermektedir. Bu sayede hareketin gerek fiziksel gerekse sosyal yönünün taşınabilirliği biçimlendirilmektedir.

Bir diğer örnek olarak söylenebilir ki, gerek dünya gerekse Türkiye siyasi gündeminin sıklıkla kamuoyuna yansıyan tartışma çerçevelerinden birisi olan güvenlik-özgürlük ikiliği, hemen hemen hiçbir zaman doğrudan hareket kavramıyla ilişkilendirilmemiştir. Hâlbuki meselenin bir bakışta tamamıyla hareketin düzenlenmesi olduğu öne sürülebilir. Çünkü güvenlik politikası adı altında ortaya konan askeri, iktisadi, hukuki ve toplumsal politikaların, her zaman belirli özne ve nesnelerin hareketini kısıtlamak, sabitlemek, engellemek veyahut başka alanlarla yönlendirmek olduğu görülmektedir. 7 Haziran seçimleri sonrası Türkiye’de oluşan terör ortamı akabinde gelişen sokağa çıkma yasaklarının tam da bu noktada anlam kazandığı açıktır. Bu yasaklar, güvenlik söylemi ve terörle mücadele söyleminin devreye girmesiyle ilgili bölgelerde hareket düzeni değişmiş, insanların insanlara (örn: akrabalar), insanların nesnelere (örn: temel tüketim maddeleri) ve nesnelerin nesnelere (ulaşım araçları - yerleşim yerleri) yönelik hareketleri bambaşka haller almak durumunda kalmıştır. Böylesi bir hareket kısıtlaması beraberinde hareketin başka yerlere/bölgelere/illere doğru yönelmesini getirmiş ve birçok göç olayı gerçekleşmiştir. Güvenlik politikalarına yönelik ele alınan bu hareket çerçevesi, aynı şekilde hoşgörü, serbest bırakma ya da müdahale etmeme gibi genel olarak özgürlük yaklaşımıyla birlikte anılan kavramların incelenmesi noktasında da benzer bir biçimde uyarlanabilir.

Özgürlük-güvenlik tartışmasına ek olarak gündemde olan bir diğer hayati mesele, uzunca bir süredir dünyanın büyük bir kısmında konuşulan Suriyeli mülteci krizidir. Mültecilerin durumuyla ilgili yürütülen siyasi müzakereler, pazarlıklar, bunlarla ilgili olarak ortaya çıkan çeşitli toplumsal ve siyasal tepkiler mültecilerin, değerlerin ve hatta sınırların hareket alanlarının düzenlenmesi, resmileşmesi ve durağanlaştırılması ile ilgilidir. Türkiye’den AB’ye kadar geniş bir alanda yayılmış bulunan mültecilerin hareket/durağanlık düzenleri özellikle AB’deki yerleşik ülke politikaları açısından kimilerince büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Hareketin yarattığı bu tehdit, bir başka bağlamda bir fırsat olarak görülebilmektedir: Türkiye Devleti bu hareketliliği bir koz olarak kullanarak AB’den hem iktisadi yardım hem de vize serbestliği almaya yönelik müzakereleri hızlandırmıştır. Bu süreçlerin bir sonuca dönüşüp dönüşmeyeceği ayrı bir tartışma konusu oladursun, Suriyeli mültecilerin durumu bağlamında hareketin düzenlenmesinin ülkeler, kıtalararası ve hatta küresel ölçekte oldukça önemli bir yer işgal ettiğini görmemek hemen hemen olanaksız hale gelmiştir.

Ayrıca bkz.

Mobilities (Mobility Turn)

Social Movement

Dünya Sosyal Forumu

Asabiyye

Yersizyurtsuzluk

Kaynakça

  1. 1 2 3 4 Kotef, H.. "Movement". 24 Şubat 2016 tarihinde [www.politicalconcepts.org/movement-hagar-kotef kaynağından] arşivlendi. http://web.archive.org/web/20160224162319/http://www.politicalconcepts.org/movement-hagar-kotef/. Erişim tarihi: 27.07.2016.
  2. Kavram İngilizce olarak motion, movement ya da mobility olarak ele alınıyor olmakla birlikte bu kavramlar arasındaki ayırt edici farklar oldukça azdır. Motion daha çok fizik alanında kullanımdayken movement dans, müzik ve siyaset alanlarında düşünülmektedir. Mobility ise genellikle bir iktidar rejimi tarafından düzenlemeye tabi tutulmuş hareket, biçimli hareket şeklinde incelenmektedir ya da toplumsal sınıf ve tabakalar arası ekonomik geçişliliklere karşılık gelmektedir. Fakat tekrar vurgulanmalıdır ki, bu kavramlar arasındaki farklar oldukça asgaridir.
  3. 1 2 Cresswell, T. (2006). New York: Routledge. s. 6, 55.
  4. Bu noktada “Hareketlerin Hareketi” olarak isimlendirilen Dünya Sosyal Forumu’nun çeşitli kitle hareketlerinden ortaya çıktığını kabul etmekle beraber, onları aşan, o hareketliliklerin daha genel (gerek devlet, gerek devletlerüstü, gerekse gündelik pratikler) bağlamlarda düzenlenmesini kendine esas aldığı ölçüde kendisini açığa çıkaran hareketlerden farklılaştığı ve tartışma çerçevesine göre istisnalaştığı söylenebilir.
  5. Agamben, G.. "Movement". 24 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20160324092714/http://www.generation-online.org/p/fpagamben3.htm. Erişim tarihi: 26.07.2016.
  6. Agamben, G. (2001 [1933/1950]). Corvallis OR: Plutarch Press.
  7. Kotef, H. (2015). Duke University Press. s. 22.
  8. Son yıllarda birçok şehir ve bölge kapsamında gündeme gelen kentsel dönüşüm projelerinin de bu açıdan bakıldığında belirli toplumsal kesimlerin hareketinin düzenlenmesine (merkeze ve kaynaklara ulaşım, sosyalleşebilme olanakları vs.) yönelik olduğu düşünülebilir.
  9. Haldun, İbn-i (2015). "[Turan Dursun]". Kaynak Yayınları.
  10. De Genova, N.; Peutz, N. M. (2010). Duke University Press. s. 90.
  11. Topey, J.. Cambridge University Press. s. 54.
This article is issued from Vikipedi - version of the 8/8/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.